Türk sinemasında ticari gerçeklere uygun hareket etmeyen filmler azınlıkta kalır. Azınlıkta kalan bir yönetmen grubu sinema yapmaya çalışmış ve kendi birikimleri doğrultusunda iyi filmler üretmeye çalışmıştır. Bu yönetmenlerin başında Muhsin Ertuğrul gelir. Tiyatrodan sinemaya geçen Ertuğral Türkiye'de sinemanın gelişiminde başrolde yer alır. İlk yerli film şirketlerini kuran, ilk sesli filmi çeken ve ilk renkli yerli filmi çeken Ertuğrul, ilk renkli filmi Halıcı Kız'da bu topraklara ters düşen bir işe imza atar ve kadın filmi ortaya çıkarır. Erkek egemen düzene ve kadının objeliğine itiraz eder senaryosuyla. Kendi başına varolmaya çalışan, birey olmanın peşinde ve evleneceği kişiyi seçme özgürlüğünü kazanan bir kadın tiplemesi çizer. Tabii bu film popüler olmaz 1950'li yılların başında ve Muhsin Ertuğrul'un sinemadan soğumasına neden olur. Ama herşeye rağmen literatürde ilk renkli film olması ve de konusu nedeniyle önemli bir yer edinir Halıcı Kız filmi.
İlerleyen yıllarda başka özgün yönetmenler de çıkar. En başta Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz,Lütfi Akad, Zeki Ökten akla gelen isimlerdir. Türkiye gerçekliği üzerine başarılı bulunan hatta bazen yurt dışında ödüller alan filmlere imza atarlar. Özellikle 1961 anayasasının sağladığı belli bir özgürlükle arka arkaya Gurbet Kuşları, Susuz Yaz, Otobüs Yolcuları filmleri ortaya çıkar ve entellektüel kesim tarafından beğenilen filmler olarak Türk Sineması'nda yerlerini alır. Susuz Yaz Anadolu'nun kırsal kesimine gerçekçi bir biçimde açılırken yurtdışında da ödüller alır, Gurbet Kuşları ise köyden İstanbul'a göç hakkında önemli bir söylem sahibi olur, Otobüs Yolcuları ise, şehirleri yağmalayan işadamlarını ciddi bir şekilde dile getiren ilk film olarak göze çarpar. 1970li yılların sonunda ise Kemal Sunal'ın popülerliğinin zirve yaptığı dönemde oynadığı Kapıcılar Kralı, Çöpçüler Kralı, Kibar Feyzo gibi politik ve sosyolojik yanı ağır basan filmlere şahit olunur. Bu filmlerde başrollerde köyden şehre gelip yerleşmiş tutunmaya çalışan insanlar göze çarpar. Gurbet Kuşlarına göre fark yaratan durum bu filmlerde artık göçmenlerin yerleşmiş olmasıdır.
Başta da belirttiğim gibi sinemada sosyal içerikli filmler azınlıktadır, estetiğin ön plana alındığı, görsel yanı ağır basan hatta konudan soyut filmler ise 2000'lerden sonra ortaya çıkar. Sovyet yönetmenlerin ve rus romancıların izinden gidecek Nuri Bilge, Semih Kaplanoğlu daha ortada yoktur. Türk entellektüelleri ise sayısı sınırlı sosyal filmlerle idare etmek zorundadır. Türk solu ise ellerindeki tek cesur devrimci yönetmen Yılmaz Güney'e mecburdur. Gerek baskı mekanizmaları, gerek sansür gerekse toplumsal tercihler ve talepler yönetmen ve yapımcıları zorlamaktadır. Darbeler ise 1960 müdahalesi sonucu çıkan 1961 anayasası dışında sinemayı hep engellemiştir. Sinemanın sokaktan kopuk olması sinemanın yalnızlığındandır aslında. Arkasında bakanlıklar durmaz, devlet televizyonu desteklemez, yapılan işlere devamlı bir sansür, müdahele söz konusudur. Sansür kurulu bazen filmleri dakikalarca keser, kırpar, canları isterse filmi hepten engeller. Halit Refiğ'in Yorgun Savaşçısı Aziz Nesin'lik hikayelere konu olacak türdendir. Filminin yandığı söylenir TRT tarafından, daha önce de kayboldu denmiştir. TRT iktidar değişince kadro değişikliğine uğrar ve yeni kadrolar Halit Refiğ'in çoktan unuttuğu bu eserinin bir kopyasının yakılmadığını ve yayınlanacağını belirtir. Yayınlandığında çok şaşkındır Halit Refiğ.
Türk sinemasının gerçekçiliğe ya da sinemaya fazla hizmet etmemiş olması tabii ki devletin egemen güruhlarının baskısıyla birince derecede ilgiliydi. Sonuçta dünyanın her yerinde sanatsal yanı ağır basan filmler fazla para kazandırmaz ve arkasında sponsor ve devlet desteği gereklidir. Bu topraklara geldiğimizde ise durum zun yıllar tam tersi olmuştur, devlet kösteği ve sponsor yoksunluğuyla yüzleşmiştir yönetmenler. Üstelik seyirci olarak da son derece sıkıntılı bir durum vardı. Sosyal içerikli normal bir seyircinin rahatlıkla izleyebileceği filmler de fazla yüz bulamadılar Türkiye'de. Kemal Sunal ve Şener Şen'in popülerlikleri sayesinde bazı filmler iş yapsa da bazı filmler gişede patlıyor ve zarar ettirdiği oluyordu. Özetle gerçekçi sinema rağbet görmüyor günlük hayatta bunalan, enflasyon, iç savaş hali, siyasi istikrarsızlık derken hayattan bezen insanlar masalsı ve bol ajite edilmiş filmlere kaçıyordu. Aslında bu durum günümzde de sürüyor. Bugün eski sinema izlerini fazlasıyla bünyesine alan ve son 8-10 yılda fenomenleşen Türk dizileri hayalci, sömürücü, gerilimden nema kapmaya çalışan senaryolarla yollarına devam edip ciddi reytingler alıyorlar. Karakterlerin bol kavga edip olur olmaz birbirine bağırdığı, holdingler devasa çiftlik evlerinde geçen, dar gelirli polisler,öğrencilerin fantastik evlerde kalabildiği uçuk kaçık senaryolar seyirciden ilgi görüyor, gerçeklik duygularını zedelemiyor. Zaten gerçeğin peşinde değiller, masalı arıyorlar. Prensle prensesin sonsuza dek mutlu, huzurlu, yaşlanmadan, güzelliklerini kaybetmeden sürdürdükleri cennet hikayeleri. Kişileri olumlu ve olumsuz yanlarıyla sunan gerçekçi filmler onları bozuyor. Onlar kusursuz, melek gibi saf, günahsız kahramanların hikayesi ve siyah-beyaz karakterlerin çatışmasından haz alıyorlar. Dünyanın böyle bir yer olduğuna inanmaya çalışıyorlar. Ara renklerin varolmadığı bir yaşam. Aslında bir anlamda Türkiye'de hakim politikanın, yani kendini hatasız kabul edip sürekli karşı grubu günahkar, iftiracı, hain ilan eden geleneksel ve günümüzde de popüler siyasal iklimin uzantısı bir durum bu.
Her sosyal gerçeklik gibi sinemada tercihler ve popüler olan filmler de yaşanılan hayatın sonucudur. Gerçek Türkiye'de milyonlar için o kadar zor geliyordu ki, sığınacak limanlar lazım oldu onlara. Türk sinemasının masalları bu yüzden tutuyordu ve gerçekçi filmler bu yüzden soğuktu. Halk aynaya bakmaya tahammül edemedi. Ordaki yansımadan uzak durmak daha güvenli geldi. Takvimler 2010'lu yılları gösterdiğinde de durum değişmemiş aslında. Günümüzde beyazperde eskiye göre farklı gerçi ama televizyona baktığımızda eski döneme ait Türk Sineması'ndaki modelin dizilerde ortaya çıktığı rahatlıkla görülüyor.
Herşeye rağmen gerçeklik insana lazımdır, insanoğlu aklını gerçeklere sığınarak koruyabilir o yüzden bu yolda çabalayanların desteklenmesi dileğiyle...


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder