Türk filmlerinin masalsı yanı her zaman dikkatimi çekmiştir. Birçok filmde saf, basit, çocuksu karakterler görürüz izlerken. Bazen anlam veremediğimiz davranışlar sergilerler, bazen bir yetişkinin asla söylemeyeceği
şeyler söylerler, bazen sürpriz olaylara imza atarlar, sonuçta gerçek
hayatta karşılaşmayacağınız durumların kahramanı olurlar. Bu masalsılıktan dolayı, bir dönem TRT2'de pazar akşamları yayınlanan sinemasal film kuşağının ismi bana çok anlamlı gelirdi. Çünkü eski filmlerin masallarla flört ettiğini görürdüm.
Bir dönem televizyon kanallarında sık yayınlanan filmler rahatlıkla tesbit yapmama olanak veriyordu. Sinemayla ilgili ilk farkettiğim masal ilişkisi Pamuk Prenses ile ilişkilendirdiğim filmlerdir. Kalabalık kadrolu ve başrolde; kavuşması sorunlu jön (Cüneyt Arkın,Ediz Hun, Tarık Akan) ve aktrisin(dört yapraklı yonca Türkan Şoray,Hülya Koçyiğit,Fatma Girik,Filiz Akın)oynadığı, üzerlerine yıkılan gerilim gereği oluşturulan senaryolarda film boyu, bazen mantıklı olabilen ama çoğu zaman da mantık sınırlarını zorlayan ayrılıklara şahit oluruz. Ortada kötü kalpli kraliçeyi temsil eden bir kadın vardır, bu genelde aktöre sahip olmak isteyen duygudan yoksun bir kişiliktir ve inandırıcılığı tartışmalı bir oyunla ayrılığa neden olur. Masal buradan sonra göze çarpar. Genelde savrulan kadın karakterdir ve hep sığınacağı bir takım insanlar bulur. Bu sığınacağı insanlar ise kadını erkeği veya genci yaşlısı olarak kadına aile ortamı sunan asla ciddiye alamayacağımız komik tiplemelerdir. Asla karakter oluşturamazlar ve tiplemeden öteye geçemezler bu kısır senaryolarda. Bazen kalabalık bir gruptur, bazen de kadının Yedikule veya Samatya meyhanelerinde şarkı söyleyip harçlık kazandığı sahnelerde yanında kemanla darbuka veya tef çalan küçük çocukla yaşlı amcadır. Bu tiplemeler; güven veren, sevecen ve asla seksist duyguya sahip olmayan durumlarıyla seyirciyi rahatlatır. Genel duygu durumları tamamen ana karakterlere endekslidir. Film süresince başroldeki ikilinin yanında koşulsuz destek verirler. Her zaman kadının çevresinde değil birçok zaman erkek oyuncunun çevresinde de bu tiplemeler yer alır ve boşrol ikilisi mutluysa çok neşelidirler, onlar ızdıraba esir düşerse onlardan fazla üzülürler. Kendi hayatları yoktur, kendi tasaları beklentileri önemsizdir ya da varolamaz. En önemlisi ise aşıkların engelleri bertaraf edip kavuştukları sahnelerde bu yedi cüce temsilcilerinin tadından yenmez. Neşe pınarı olur hepsi, hiperaktif biçimde ordan oraya koşuştururken görürüz bu tipleri.
Kuşkusuz üzerinden çok ekmek yenilen diğer masal ise Külkedisidir. Türkçe adı Kezban olarak sinemamızda efsaneleşmiştir. Hülya Koçyiğit'le birçok film çekilmiştir sihirli perinin dokunuşuyla değişen ve bir haftada köylü kızından aristokrat, görgülü, bilgili hanımefendiye dönüşen kadınların hikayesi. Alışık olmadığı bir ortama İstanbul'un Bebek sosyetesine, ordaki yalı ortamlarına gelen ve her nasıl oluyorsa ordaki asilzadelerle ve işadamlarıyla yakın akrabalık veya dostluk ilişkileri olan köylü ailenin fakir ve eğitimsiz kızının mucize dönüşüm geçirdiği filmler izliyordu Türk seyircisi. Tabii ki masallar birebir senaryoya çevrilmiyordu ama genel birtakım şablonlar uygulanıyor ve masaldan esinlenerek harekete geçiliyordu. Külkedisi senaryolarında mesela illa kötü kalpli üvey olmak zorunda değildi, bazı ufak değişiklikler oluyordu. Ama üvey anneyi ve kızkardeşleri temsil eden ve zavallı köylü kızını aşağılayan bir grup ve bu kızcağızın mucize dönüşümüne ön ayak olan birileri (sihirli değnekli peri) mutlaka yer alırdı bu senaryolarda.
Kuşkusuz en çok ekmek yenilen senaryolardan bir kısmı ise Hansel ile Gratel'den esinlenilerek çekilen ve seyirciyi zamanında çok fazla coşturmuş olan çocuk yıldızların acılarına sahne olan filmlerdir. Aslında içerisinde masal unsuru olan filmlerde birbirine yakın durumlar fazlaca yer alıyordu. Bu çocuk filmlerinde kadın yerine çocuk kovulurdu evden ya da bir şekilde baş kötü karakter kadının zulmüne dayanamaz evden kaçardı, arada bir bu kötü karakter üvey baba da olabilirdi ama Türk sinemasında genelde aileyi bozan, huzuru katleden kötü kadınlardır. Kötü adamların misyonu genelde aile dışından tiplere verilir. Sonrası çocuk ordan oraya savrulurken iyi kalpli amcalara tesadüf eder ve seyircinin yüreğini dağlayan sahneler bitmiş seyircinin rahatlayıp sakinleşeceği sahnelere geçilmiştir. Bu tarz filmlerde yapımcı ve yönetmen yakınlarının çocukları yıldızlaşmış ve Türk sinema seyircisi Sezercik, Yumurcak, Ayşecik, Ömercik ve diğer birçok çocukla, sokaktan tamamen kopuk filmlere maruz bırakılmıştır. Siyasetin zirve yaptığı, sokağın iç savaş ortamına doğru ilerlediği 1968 sonrası 70'lerin ortalarına kadarki süreçte sinemada bu tip filmler çokça yapılmıştır. Öğrencilerin ve işçilerin meydanlarda hak arayışında can verdiği, şehirlerin kamplara mahallelere bölündüğü dönemde; gerçekten tamamen soyut bu senaryolar, kültür seviyesi gelişmemiş ,daha çok gecekonduya sıkışmış halk yığınının zihinlerinde yer etmiştir. Bir nevi onlar için ağlayıp rahatlama vesilesidir sinemada. Duygu sömürüsünün fazlaca yapıldığı bu tarz, zamanla ortaya çıkacak arabesk filmlerde de kullanılacaktır.
Aslında Türk sinemasındaki durum eşsiz değildir.
Hollywood, Bollywood veya İtalya sinemasında da benzer durumlar görülmüştür. Ama Türk filmlerinin özelliği benzer senaryoların sırf popüler olmaları dolayısıyla tekrar tekrar film yapılmış olmasıdır. Masalın bir tanesinden esinlenilen senaryo çok para kazandırırsa hemen benzer senaryolar devreye sokulur ve yıllar içinde o ilk filme benzer birçok film tekrar tekrar çekilirdi. Hatta sinemamız üzerine yapılan belgesellerde çok fazla ifade edilmiştir ki bazen aynı senaryo elden ele gezdirilerek defalarca filme çekilmiştir.Can Dündar'ın arabesk ile ilgili belgeselinde görülür ki tıpatıp aynı senaryonun çekilmiş okduğu 3 filmden, kopya sahneler arka arkaya yayınlanır ve durumun komikliği göze rahatlıkla çarpar. Dekor, ışık , oyuncu değişmiştir ama sahne ve diyaloglar birebir uyuşmaktadır. Bu duruma rağmen bu filmler ciddi gelir sağlamaktaydı, alıcısı mevcut senaryolardı.
Türk sinemasının eski devri kapanalı epey zaman oldu. Bugün televizyonlarda eskisi kadar Türk filmlerine yer verilmiyor . Dolayısıyla yıldızlar unutulmaya başladı, bu filmlerle ilgili anıları olan insanlar günden güne azalmaya başladı, hatta son yıllarda sinemadan o kadar yıldız kaydı ki sinemacıları her gün cenazelerde görür olduk. O döneme ait tanıklar giderek azalıyor ve artık süratle azalıyor. Ne olursa olsun bize ait olan ve bir şekilde bize bizi sunmuş olan Yeşilçam'ı unutturmayan ve bu konuda belgeseller ve kitaplar hazırlamış olanlara teşekkürler...
Kaynaklar: sinemaarsivi.com ,Can Dündar milliyet.com, sinematik.blogspot
Kaynaklar: sinemaarsivi.com ,Can Dündar milliyet.com, sinematik.blogspot


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder