4.04.2013
Türkiye'de sinema üzerine hayli tartışılmıştır. Türk sineması;niteliği ve içeriği su götürür sayısız filme imza atmış olmasına rağmen, film türleri, dönemleri, içinden çıkardığı yıldız oyuncular, toplumdaki etkileri, yurt dışında zaman zaman ses getirmesiyle varlığı kesinlikle yadsınamayan bir gerçekliktir.
Bu sinema gerçeklikliğiyle bendenizin ve dahil olduğum altın nesil (kaç ayar olduğumuz sosyal tezlere konu olmalıdır), meşhur 80 kuşağının tanışıklığı 90'lı yılların özel televizyon furyasıyla başlamıştı. Acımasız yıllardı, tutucu TRT'ye meydan okuyan özel girişimciler ardı ardına yeni TV kanalları açıyorlardı ve giderek serbestleşen piyasada kızışan reklam rekabetinde reklam sektörünün kendini göstereceği mecralara ihtiyaç duyuluyordu.
Star tv, Show tv, Kanal 6, HBB, Tgrt, Atv, Kanal D ve daha birçok kanal birkaç yıl içinde doğuverdiler. Hatta bununla yetinmeyip 24 saat kesintisiz yayın sürecine girdiler. Daha çok yayın süresi, daha çok reklam kuşakları demekti. Tabii 24 saati dolduracak içerik de gerekiyordu.
İşte burda biz 80 kuşağı çocukları veya ergenleri için Türk sineması ile haşır neşir olma fırsatının doğduğu ortam oluşmuştu. 90'lı yılların başlarında 13-14 yaşında olan birisi için bile Türk sineması fazla birşey ifade etmiyordu çünkü darbeden önce Türk sineması 70'lerin sonunda ciddi ivme kaybetmişti, darbeden sonra can çekişen 90'lı yıllarla beraber ise kendini nadasa bırakan ve sektörel bazda dibe vuran bir durum yaşanıyordu. Ayrıca eskiye dair filmler ise o yıllara kadar tek kanalla yayın yapmakta direnen Trt'de arada sırada yayınlanıyordu.
Özel televizyon sektöründeki ivmelenmeyle beraber kanal sayısı ve yayın sürelerindeki bu ani artış Trt'yi bile hareketlendirip 5-6 kanalda birden yayın yapar konuma geçirmişti. İşte tam bu noktada kanalların ve hatta Trt'nin karşısına şu sorun çıkmıştı. Bu 7-24'lük süreyi nasıl dolduracakları sıkıntısı.
Türk sinemasında, Yeşilçam'da üretilmiş ve arşivlerde unutulmaya, çürümeye yüz tutmuş, üzerlerinde toz kütleleri oluşmuş, sayısı bilinmeyen, bilinmesi mümkün olmayan filmler bu noktada kanallar için ciddi bir kaynak oluşturdu. Nasıl olsa Türkiye'de telif hakları denen bir sıkıntı onlar için yoktu, öyle bir yasa işlemiyor ve bu kurumlara maddi ve manevi sıkıntı oluşturmuyordu, zaten yapımcılarının ve oyuncularının da çoktan unuttuğu filmlerdi, böylece rahatlıkla ekranlarda boy gösterebiliyordu. Dolayısıyla kolay ulaşılabilen, maliyet sorunu olmayan, ekranda süreleri dolduran ve karşılığında gelir getiren ciddi bir kaynağa ulaşılmıştı.
İşin en önemli tarafı ise bu filmler türlerine, yapım yıllarına, başrol oyuncularına göre değişik yayın saatlerinde, kendilerine göre kaydadeğer izlenme oranları yakalamışlardı. Unutulmuş ya da izlenmemiş filmler seyircide yeni izlenme duygusuyla ilgi uyandırdı ve belli reytingler yakalandı. Hatta bazı filmler ve starlar (Kemal Sunal,Şener Şen) popülerliği yüksek kanalların önemli zaman dilimi denilen "prime time" saatlerinde belli yıllarda önemli oranlar tutturdular. Tekrar gösterimleri bile defalarca izlenilir oldu.
Eski Türk sineması yeniden keşfedilme sürecinde, 80 kuşağı çocuklarıyla bu ortamda buluştu. Sabah kuşağında 50'li yılların sonunda popülerleşen ama sonra unutulan ve hatta maddi olarak büyük zorluklar yaşamış Cilalı İbo bu şekilde farkedildi. 60'lı yılların efsanesi, o dönem akla hayale sığmayan paralar kazanmış ama elinde bir şey tutamamış yaşam sürati konusunda rakip tanımayan Öztürk Serengil'in, çoktan bu dünyadan göç etmiş olan Vahi Öz'ün, o yıllarda köşesine çekilmiş Sadri Alışık gibi çok eskilere dair daha birçok sanatçının yeniden tanındığı süreçti bu.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder